Nefret sarmalı

Dünyâda Trump fırtınası esmeye devâm ediyor. Sayısı azımsanmayacak bâzı devletler, “Delidir, ne yapsa yeridir; bu da geçer” kabilinden şaşkınlıkla; bâzıları ise “Bu fırtına tam da istediğim bir fırtına; benim de işime yarar” kabilinden fırsatçı duygularla bu fırtınayı veri alıyor ve kendi millî gemisini yüzdürmeye gayret ediyor. Bunlar hakikaten de fâsit bir dâirenin içinde dolaşan duygu ve hesaplar. Trump, her ne kadar hayli sağlıklı görünse de çok ileri bir yaşta. Bilinmez, her an her şey olabilir. Şimdi bâzı okurların, “Bu meseleyi fazla şahsîleştiriyorsun. Onu bir süreç taşıdı. O giderse, ona benzer başka birisi; belki ondan da beterleri gelir” kabilinden, itiraz edebilecektir. Haklıdırlar. Evet, ben de öznelerin nesnel süreçlerden süzülerek

tezâhür ve temâyüz ettiğini

düşünürüm. Bu yazının ana fikrini tam da buraya dayandırdığımı söyleyebilirim…
Evet, Trump’ın dünyâyı hallaç pamuğu gibi atması, Musk’ın, elinde testereyle dolaşması nevzuhûr değil, kendilerinden evvelki süreçlerin bir neticesi. Evet, Trump devri gelip geçecektir. Yaptığı ve yapacağı tahribatlar da kaldırılır. Beni ürperten, dünyânın dümenine Trump gibi bir çılgının geçmesi değil;

Trump’ı oraya taşıyan süreçlerin Trump’tan bağımsız olarak ve Trump’tan sonra da devâm edeceğini

düşündürmesidir.
Endişe buyurmayın, “Târih zâlime kalmamıştır. Neticede dâima hak yolunu tutan kazanır” gibi desteksiz, hamâset yüklü bir edebiyat yapmayacağım. Târihe diyalektik baktığımı yazılarımda sık sık vurgular ve hatırlatırım. Özneleşme gibi süreçlerin bizi nesneleştiren öncü süreçlerden geçtiğini biliyorum. Bunu basitleştirerek söyleyeyim: Efendisine isyan eden kölenin en büyük arzusunun onu köleleştirmek olduğunun farkındayım. (Spartaküs Roma’yı düşürseydi acaba köleliği mi lağvedecek; değilse eski efendilerini köleleştirerek arenalarda arslanların önüne mi atacaktı?)

En merhametsiz zâlimlerin bir zamânların mazlumlarından çıktığını

kestirebilecek kadar da müktesebâtım var. Patetik duygularla tâkip ettiğim devrimciliğin Sisifosçu saflığını da burada görürüm zâten. Atladıkları husus,

mazlûmiyetin zulmiyetin nesnesi olması

hâdisesidir. Bu nesneleş(tir)me, nesneleşenin yagâne ve en somut tecrübesidir. Ahlâkî muhasebeler bu somut tecrübeye göre hep marjinal kalır. Lâkin bu marjinalite söylemi inşâ eder.

Söylem ahlâkî olunca herkes süreçten de ahlâkî bir şeyler beklemek saflığına

düşer. Lâkin bizzât somut tecrübeler dipdalgalar olarak onu dövmekte ve aşındırmaktadır. Nihâyette belirleyici olan da budur. İnsanları nesneleştiren süreçler onun, yeri geldiğinde özneleşmesinin hattını, istikâmetini ve şeklini tâyin eder.
Birkaç misâl verelim: 19. asırda yaşanan işçi sınıfı sefâleti orta sınıflaşmayla nihâyete erdi. Orta sınıflaşma işçi sınıfının patronlarının hayât tarzına duyduğu derin arzunun bir dereceye kadar karşılanmasından başka bir şey değildi. Kapitalizm aşkının en muhteris şeklini, proleter diktatörlüğünü yaşamış ex sosyalist(?) toplumlarda kazanması tesâdüf sayılmamalıdır. Marx çok doğru ve çarpıcı olarak modern dünyânın şekillenmesinde emek-sermâye çelişkisinin merkezî yerini tespit etti. Bunu Proudhon gibi ahlâkçı sosyalisti bırakarak Engels gibi dogmatik bir Aydınlanmacıya yaklaşmasına borçlu olduğunu düşünüyorum. Gelin görün ki her kavrayışın kendi iç karadelikleri vardır. Zannediyorum ki Marx, biraz da kasten bu karadeliğin ucundan döndü. Değilse, yâni düşünüşünü lâyıkı veçhile ve saptırmadan ileri götürse, daha sonra Frankfurt Okulu’nun yapacağı şeyi yapmak, yâni dükkânı kapamak yapmak zorunda kalırdı. Ama orada durdu. Takındığı nesnelci bakışın bir çıkmaz olduğu; yâni

emeğin sermâyenin nesneleştirdiği; bunun da işçi sınıfının devrimci potansiyelini daha baştan yok ettiği

gerçeğine gözünü kapattı.
Dikkatimi çeken ve beni umutsuzluğa sevk eden tuhaflıklardan birisi şu: Bugün beşerî diyalektik herhangi bir ahlâkî söylemle kablolanmış veyâ topraklanmış olmaksızın işliyor. Dün bizi nesneleştiren süreçler, söylemsel bile olsa ahlâkî bir söylem inşâ etmek gereğini duyardı. Hukûkî ve siyâsî talepler dâima ahlâkî referanslar kullanmak zorunda hissederdi.

Bugün ortalıkta ahlâkî referanslarının ne olduğu belli olmayan plastik hukûkî ve siyâsî talepler yüzüyor.

Dikkatinizi çekiyor mu bilmem, sloganların prozodisi ne kadar bozuk ve ne kadar ölgün. Hak ile haklı olmak arasındaki bağlantı hemen hemen yok. Haklı olmak Hakk’ı değil kendisine göndermede bulunuyor ve başkasını tepelemek için pozisyonel bir avantaja indirgenmiş durumda.
Ahlâkî söylemle kablolanmış olmak siyâsal eylemi tek başına kurtarmaya yetmez. Yukarıda işâret etmeye çalıştım. Ama en azından bir sonraki tecrübeyi temellendirecek bir zemin bırakır. Sisifos’un trajedisi de buradan doğmuyor mu? Günün sonunda kaya ile birlikte yuvarlanacağını bilse de onu her sabah yeniden itmekte gösterdiği kahramanca inat değil mi onu var eden?

Bugün siyâsal eylemleri Sisifosçu bir epos’u mevcût değil. Epos’un yerini katarsis almış durumda.

Katarsis her zamân bir dereceye kadar siyâsal eyleme eşlik eder. Ama bugün bizzat eylemi kolonize etmekte, bizzat eylemin kendisi olmaktadır. Yaratıcı eylem ise aslında eylemlere sinen ve onları baştan düşkünleştiren bir baskıyı aşmanın doğaçlamaya dayalı nâfile arayışları gibi görünüyor bana…
Ama bunların hiçbiri, eylemi her nev’i topraklamadan veyâ kablolamadan uzaklaştıran baskın bir duygu kadar ehemmiyetli değil. Bunun nefret olduğunu hemen görüyoruz. İnsanlık hiçbir zamân bu kadar bu duygusunun nesnesi olmadı.

Nefret ne yanımızda ne de içimizde; düpedüz üzerimizde.

Farkında mısınız, o yönetiyor bizi… Nefret duygusu, kabûl ederim ki bizi nesneleştiren süreçlere itirazdan doğar. Ahlâkî bir koza içinde gelişir. Nefret etmek için o kadar çok sebep vardır ki… Ama bu duygu kozasını parçalayıp çıkınca ondan bağımsız kalır. Çok kısa zamanda büyütür kendisini. Çünkü çift yanlı olarak hem kendisinden hem de esnesinden beslenir. Kendisini büyüttükçe de ahlâkîlikten kopar.
Trump’ın yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Onu,

yuppi/hippi orta sınıfların dayatmacılığa evrilen bireysici elitizmi ve avam nefreti

taşıdı. Trump ve Trumpistlerin nefreti ise doğrudan bu elitizm. Başdöndürücü ve akıl bırakmayan bir nefret sarmalının içindeyiz. Sizce buradan bir çıkış var mı?..

Related Posts

Türkiye ile İngiltere arasında yeni dönem: Serbest Ticaret Anlaşması güncelleniyor

Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Türkiye-İngiltere İş Forumu’nda yaptığı konuşmada, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin giderek güçlendiğini belirterek “Modernize edilmiş serbest ticaret anlaşmasını yakında imzalamaya hazırız” dedi. Bolat, İngiltere’nin Türkiye’nin üçüncü büyük ihracat pazarı olduğunu söyledi.

Ekonomistler, Mehmet Şimşek’in “vergi memuru” kararını eleştirdi; önerilerini sundu

Ekonomistler Prof. Dr. Emre Alkin ile BBVA’nın üst düzey yöneticisi Tufan Cömert, daha yapıcı politikalarla vergi denetimi sağlanabileceğini söyledi

Maliyeciler şehir girişlerin konuşlandı: Kamyonlar kontrol ediliyor!

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığı, vergi kaçırılmasının önüne geçilmesi amacıyla, Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) ve hallerin girişinde vergi denetimi uygulamasında düğmeye basıldı. Şimşek denetimleri arttıracaklarını söylemişti …

Sanayide ters rüzgar: Rapor sayısı yükseldi, iş gücü azaldı

TOBB’un nisan ayı sanayi kapasite raporu sayısı artarken çalışan sayısı azaldı.

İstanbul depremi etkiledi: Bebek’teki köşk için beklenen ilgi gelmedi, satış iptal edildi

İstanbul Bebek’teki deniz manzaralı köşk, iki ev ve garajdan oluşan toplam 3.091 metrekarelik gayrimenkul, 950 milyon TL artı KDV’ye satışa çıkarılmıştı. Ancak, 23 Nisan’da İstanbul’da yaşanan deprem sonrası talep gelmemesi nedeniyle satış iptal edildi.

Bakan Kacır: Yeni sanayi alanları kurguluyoruz

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, “Güneş panelinden ticari araçlara, beyaz eşyadan demir çeliğe pek çok alanda, Avrupa değer zincirlerinin en önemli oyuncusuyuz. 22 yıl önce 36 milyar dolar olan yıllık ihracatımız, bugün 265 milyar dolara ulaştı. Türkiye bugün, Çin’den sonra Orta Avrupa’ya kadar uzanan geniş kuşakta, en fazla ürünü rekabetçi şekilde en fazla ülkeye ihraç edebilen ülkedir” dedi.